27 Ağustos 2016 Cumartesi

..

Her şey boş, herkes boş, yürümek anlamsız, gülmek vebenzeri. Yine o şarkı çalıyor hem de bu sefer ben açmadım. Tesadüfi. 'Görmesem daha iyiydi...' diye. Ardından 'Hatıralar unutulmaz' diye. Ve 'Bir kere daha yandı canım ama gördüğüme sevimdim.'... Yandı canım. Gördüğümünse dilde tarifi yok. Hep uzak kalmayacaktık biz, öyle demiştik, bir hafta sonra. Öylesine bir özlem ki nefretle karışık. Seni görünceye dek süren. Gitmeseydin keşke demek geliyor içimden. Keşke Gitmeseydin.  Beklemek en güzel eylem şimdi. Ama özledim.

14 Ağustos 2016 Pazar

This question is for you.

Yoruldum bu aralar. Hiçlikten, yokluktan, sıcaktan, ondan bundan. Süzme saflık gibi bekleyişlerden. Beklemekten, bekletenden. Biraz tuzla çırpılmış iki yumurta gibi, kabuksuzum işte. Sen yokken böyleyim işte ben. Kabukları çöpe atılmış iki yumurta, yağmurda ıslanmış kaldırım taşı, az biraz da köşede meteliğe kurşun atan mahalle bakkalı gibi. Yahut şapkası uçmuş baca çıkıntısı, belki karpuz kabuğu ya da yolda yürürken tesadüfi karşılaşılıp tekme atılan teneke. Aslında yokum ben. Gittiğin yerden yazıyorum zaten. Kendimden verdiğim tavizler haddi aştı, ertesiye tahammülü yok. İnsanlıģıma şükür sebebim yok. Sen yoksun. Ölsen, gidilip mezarına dikilir 3-5 karanfil ama yaşıyorsun ve sen yoksun. Hukuki süreçte nasıl işliyor bu sistem bilmiyorum, yokluğuna kaç senli tazminat ceza alırsın? Geriye konuşulan edebiyat değil. "Ne zaman geleceksin?" işte edebiyat bu. Kaç makale, kaç deneme, kaç köşe yazısı çıkar bu sorudan biliyor musun bekleyene. Hem de gidenin geleceğinden emin bile değilken.  Sabrın sonu selamet diyorlar ya; kaç harf ekleyeyim adına selamete erişebilmek için? Söylesene " Ne zaman geleceksin?"